Koni ve Basil Nedir? Görmenin Edebî Halleri Üzerine Bir Deneme
Kelimenin gücüne inanırım. Çünkü her kelime, bir anlamın kalbine dokunur; bazen bir duygunun, bazen bir görüntünün yerine geçer. “Koni” ve “basil” kelimeleri ilk bakışta biyolojik terimler gibi görünür — gözün retinasında yer alan, görmeyi mümkün kılan iki hücre tipi. Ama bir edebiyatçı için bu iki kavram, yalnızca fizyolojik birer gerçek değil, aynı zamanda insanın görme biçimlerinin ve anlama çabalarının metaforudur. Edebiyat, tıpkı göz gibi, hem ışığı hem karanlığı birlikte taşır. Ve belki de “görmek”, tıpkı yazmak gibi, her zaman bir dönüşümdür.
Koni ve Basil: Görmenin Anatomisinden Anlamın Edebiyatına
Koni hücreleri renkleri, basil hücreleri ise karanlığı algılar. Gözün içinde biri ışığı, diğeri gölgeyi taşır. Edebiyatta da benzer bir denge vardır: bazen anlatıların rengi, bazen sessizliğin gölgesi ön plandadır. Bir romancı, karakterlerinin iç dünyasını anlatırken koni hücreleri gibi renkli ayrıntıları seçer; bir şair ise basil hücreleri gibi karanlığın tonlarını duyar. İşte bu yüzden görme, yalnızca fiziksel bir eylem değil, bir edebî deneyimdir.
Düşünün: Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında Raskolnikov’un zihnindeki gölgeler, basil hücrelerinin karanlık dünyası gibidir. Güneşli bir Petersburg sokağında bile her şey pusludur. Oysa Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’inde koni hücreleri parıldar — renk, koku, hareket, hepsi bir anda zihinsel bir görsel şölenin parçası olur. Görmenin fizyolojisi, aslında anlatının estetiğini yansıtır.
Işığın Dili: Koni Hücrelerinin Edebî Sesi
Koniler, gün ışığında çalışır. Onlar netliği, ayrıntıyı ve renkleri yakalar. Edebiyatta bu, bilinçli farkındalığın ve dilsel berraklığın karşılığıdır. Flaubert’in cümlelerinde, Tanpınar’ın kelimelerinde bu “koni görmesi” hâkimdir. Her sözcük ışığa doğru çekilir; anlamlar keskinleşir, ayrıntılar netleşir. Gözle görülen dünya kadar, onun edebî izdüşümü de netleşir.
Bir koni hücresi, bir maviye, bir kırmızıya ya da bir yeşile adanmıştır. Tıpkı yazarların kendi renklerine adanmış üslupları gibi. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zamanı mavi bir sessizlik gibiyken, Oğuz Atay’ın ironi dolu dili kırmızı bir patlamayı andırır. Edebiyat, koni hücrelerinin görsel zenginliğini duygusal bir renkliliğe dönüştürür.
Karanlığın Dili: Basil Hücrelerinin Sessiz Tanıklığı
Basil hücreleri karanlıkta görmemizi sağlar. Onlar sessizdir ama derindir; renkleri değil, tonları algılar. Bu da edebiyatta sezgi, duygusal derinlik ve gölge bilinci olarak karşımıza çıkar. Kafka’nın labirentvari dünyasında ya da Beckett’in suskunluğunda basil hücrelerinin estetiği hissedilir. Renkler yoktur, ama her şey ton ton belirsizdir. Göz artık görmez; duyar, sezer, hisseder.
Basil hücreleri bize şunu öğretir: görmek her zaman ışığa ihtiyaç duymaz. Tıpkı bir karakterin kendi iç dünyasında, görünmeyenle yüzleştiği o derin anlar gibi. Gecenin karanlığında yazılmış bir cümle, sabahın ışığından daha gerçektir. Çünkü karanlık, insanın kendi derinliğini görmesini sağlar. Bu anlamda basil hücreleri, edebiyatın içsel sezgisine denk düşer.
Edebî Görme: Işık ve Gölgenin Diyalektiği
Koni ve basil arasındaki ilişki, edebî metinlerin temelinde yatan ikili yapıyı da temsil eder: bilinç ve bilinçdışı, gündüz ve gece, renk ve gölge. Edebiyat, bu iki alanın diyalog kurduğu yerdir. Okur, metni okurken hem konilerin parlak dünyasında gezer hem de basillerin derin karanlığında kaybolur. Bu karşıtlık, yazının dinamizmini yaratır.
Bir romancı yazarken bazen koniyle görür: belirgin, net, toplumsal. Bazen basil devreye girer: bilinçaltı, duygusal, karanlık. Bu geçiş, anlatının ritmini belirler. Tıpkı bir insanın gün boyu ışıkla, geceyse karanlıkla yaşaması gibi.
Sonuç: Görmek mi, Hissetmek mi?
Koni ve basil nedir? sorusu, aslında “görmek ne demektir?” sorusuna çıkar. Edebiyat bize şunu hatırlatır: görmek, yalnızca gözle değil, ruhla da olur. Koni, ışığın dilidir; basil, gölgenin. İkisinin birlikte varlığı, hem görmeyi hem anlamayı mümkün kılar. Çünkü edebiyat, her zaman bir “görme biçimi”dir — hem dış dünyayı hem iç dünyanın karanlık köşelerini aydınlatan bir eylemdir.
Belki de şimdi okuyucuya sormak gerekir: Siz daha çok konilerle mi, yoksa basillerle mi görüyorsunuz? Yorumlarda, hangi yazarların veya metinlerin sizin “görme biçiminizi” temsil ettiğini paylaşın. Belki de hepimiz, birbirimizin ışığında ya da gölgesinde yeniden görmeyi öğreniriz.